6 Mayıs 2012 Pazar

Başlık Düşündüğüm Kadar Yazıyı Düşünmüyorum Lan!


Tuhaf bir kadın Ebru Gündeş. Nerde/nasıl/ne zaman çıkacağı belli olmuyor. Hususi olarak dinlemeseniz bile en olmadık anda çıkıp durduk yere insanın *mına koyuyor.

Dün, ağdacıda tüm albümünü dinlemiş olmalıyım. 3. şarkıdan sonra ağdacım: ''Ebru'yu çok severim ben'' dedi, o an onaylıyor gibi yapıp bi nevi muhabbet mi etsem diye düşündüm, sessiz kaldım sonra. Sürekli muhabbet kuracağım diye esnafı, taksiciyi, bakkalı onaylayıp duruyordum. Bu sırada bacağımdaki acıya yoğunlaşmamak için farklı metodlar deniyordum; duvarın eski rengini hatırlamaya çalışarak kendime yoğunlaşacak bir nokta buldum. ''pembeydi galiba''.
''cart!''
''Sağ duvarda kedi çıkartması vardı. hmm bi de kelebekler vardı.''
''cart!''
Odanın eskisiyle yenisi arasındaki 7 farktan sonra lambayı incelemeye başladım. Kareydi.
''Işığı daha net yayıyor olmalı. Yuvarlak olsa ışık nasıl düşerdi acaba?''
''cart!''

Artık kafamı takacak bir şey bulamamıştım. işte burada devreye Ebru Gündeş girdi. Daha önce duymadığım şarkıları çalıyordu. Hoş kaçak'tan başka bi de çingenem şarkısını biliyorum (aa bi de şey vardı: akıllı ol dırınım senin aklını aalırıım!) Herneyse. ''Yeni albüm mü yoksa ağdacım kendine best of mu yapmış acaba?'' dedim. Dinlemeye başladım. Ardı ardına gelen şarkıları bi öncekiyle aynıydı benim için. Sözler, tema, melodi, müzikalite. Dinlemeye devam ettim, bi şarkısında şöyle diyordu: hiçbir zaman unutmayı denemedim.

O andan itibaren fiziksel acım yok oldu. Kayboldu. Nasıl lan... Buna benzer zilyon tane şarkı var, biliyorum. Ama bi sinirim bozuldu. O an ağdacıda değildim de sanki Ebru Gündeş bendim, sahilde yürüyüp uzaklara bakıp daha sonra hüzünle başımı iki yana sallayarak klipte oynuyordum. O an konu olarak tıkanmış dizinin ''flashback de yaptık hımm şimdi de karakterin acı dolu yürüyüşüne fon müzik ekleyim'' diyen senariste kurban gitmiştim sanki. Böğrüme öküz oturdu. İç sesim donup kalmıştı; ''burada, tam da bu halde hatırladığın o mu yani? bravo olm valla bravo...'' diye düşünüyor olmalıydı.
''cart!''

''Bitti. Başka bi şey var mıydı canım?''
Sesimi kontrol edebilmek için öksürdüm: ''almışken devam et ya. nereyi görüyorsan yapıştır ağdayı, valla.''
''Bi de az önceki şarkıyı bi daha açtırır mısın? sesi de kökle...''

Üniversite yıllarında ruhumu sıkıştıran, depresif, kurabiye sesli entel adamları dinleyen ablamın mezun olduktan iki yıl sonra çektiği aşk acısı sebebiyle İbrahim Tatlıses dinlediği dönemi aklıma geldi. ''Napıyorsun abla sen? Titre ve kendine gel! Güzel sanatlar okudun sen! 4 yıl boyunca eski, deforme olmuş, siyah hırka ve boya bulaşmış kot giyerek dolandın kampüste!'' diye yakarışımı hatırladım. Ha yine de kurabiye sesli depresif adamlardansa ibrahim tatlıses daha bi çekilirdi.

Müslüm Gürses eşliğinde kendini jiletleyenleri de anladım bi nebze. Fiziksel acıyla duygusal acının birbirine karışması, hönküre hönküre ağlamak gibi rahatlatıcıydı.

Cüzdanımdaki bütün parayı verip pırıl pırıl çıktım ağdacıdan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder