5 Kasım 2010 Cuma

''Önce Bunları Kaldır Bence''

Saat 08:06
  Güzelim tatil gününde yurtta ilk kalkan öğrenci olarak 07:16'da yemekhaneden kahve için sıcak su aldım.Kahvaltı tabaklarının hazırlandığını görünce bir an için sevinmiştim(tek uyanan ben değilim lan!).Ama tek uyanan bendim..Günü gününe çalışan güzel insanlar ''tatil lan bugün uyuyayım öğlene kadar,öğleden sonra çalışırım ki'' dediler.
  Peki ya ben?
 Sene başında kendime söz vermiştim,günü gününe çalışacak sınavlar yaklaşınca da ''hazır'' olduğum için asla ve de asla strese girmeyecektim.Türk mantığıyla değil Alman mantığıyla çalışacaktım.
  Sonuç : 188 sayfalık birikmiş medeni,ilk 10 sayfaya zorla çalışılmış anayasa,notları hala temize çekilmemiş ekonomi,bir nota bile sahip olmadığım hukuka giriş...
  Bugün için planım erken kalkıp ders çalışmaktı.Hemen de di'li geçmiş zaman kullanmayayım,bence çalışırım da yani çalışacağım..Ama 7'de kalkmama değmeyecek.Zira en iyi ihtimalle 09:00da anca başlarım..
  Sabah sabah çok fazla şeyi sorgulayıp depresyona gireceğim gibi.Feridun Düzağaç ve ben..Bizim dinmeyen acılarımız var.
  Sonuçlar açıklandığından tercih dönemine kadar olan bir dönem babamla mücadele ederek geçmişti.19 yıldır çıkmadığım şehrimden önümüzdeki 4 sene daha çıkmamam isteniyordu.Ama deli gibi sevdiğim şehrimden çıkma zamanı gelmişti,geçiyordu.Ve İstanbul'a geldim.İlk senesinde kazanmış olan arkadaşlarımın varlığından mıdır yoksa efendim bu sene içerisinde buraya bir kaç defa gelip gitmemden midir nedir her yer tanıdık gibi,hiç zorluk çekmiyorum.Arada kayboluyorum sonra bir şekilde yolumu buluyorum.
  Eve çıkma planlarıyla gelmiştim.Hiç ummadığım bu okul gelmeyeydi eve çıkabilirdim de.Ama arkadaşlarım ve ben farklı yakaların insanlarıydık artık...
  Yurdum var,sevdim de yani.Oda arkadaşım..İyi..İyi yani...(başka bir yazının konusu).İnsanın odasını başka biriyle paylaşması tuhafmış.Kendi dağınıklığımı seviyorum da onunkini..pek sevemedim!
  Bu şehre ilk adımımı attığımdan beri ufak tefek sakarlıklarım ayuka çıktı.Sanki dandik bir romantik komedi filmindeymişim gibi başıma gelmeyen kalmadı (romantiği eksik ama)!İlk bindiğim taşıtlarda önce bi kafamı çarptım sonra hiçbir şey olmamış gibi oturdum.Ama gayet bozulmuş,etrafa en negatifinden enerjiler yayarken ne derece 'hiçbir şey olmamış gibi' oldu bilemiyorum.Ulan boyumda 1.80-1.90 da değil ki yani!Nedir bu standartlara sığamama!Minibüs,dolmuş,uçak,metrobüs,vapur.. derken aklım azalarak bitti bence.
  Hele ki bikaç hafta önce başıma gelen..Ağlamakla gülmek arasındaki o ince çizgide içimde çok fena sinir krizleri geçirdim.
  Günlerden pazartesi..Sabah 4 saat dersten sonra paşalar gibi abimlere gider yıkanmış,ütülenmiş çamaşırlarımı alır gelirim diyordum.Öğleden sonraya konan süprüz yumurtalık ders bile beni caydıramamıştı.Derken beynim bulanmış bir şekilde Kadıköy'e gittim.Rıhtımdan Kartal minibüsüne bindim.Maltepe civarında ''lan okulun ordan Kartal minibüsü geçiyordu ki E5 üzerinden..Niye mal gibi Rıhtımdan bindim ben?'' diye düşünürken neden minibüs E5 üzerinden geçmekteyken bu düşünce kafamda canlanmadı bilemiyorum.O sıra ön koltuktaki keli inceliyordum.Bi ara saç dönümü inanılmaz olan bir ergen yüzünden hipnoza girmiştim zaten.Yengem abime akşam yemeği götürecekmiş,hastanede buluşalım dedi.Arada oluyor,sesim çok çıkıyor,şöföre(şoför,şöfor?) ''Kartal araştırma hastanesini geçtik mi dayı??'' diyebildim.O da yok dedi gelince söylerim.İstanbul'da bir şöför gelince söylerim diyorsa söylemiyor...(Bu da başka bir yazı konusu.Ama minibüs şöförlerini tenzih ederim.Hiç uyarmamazlık yapmadılar.)Yine de kasıldım.Ulan geçtik mi geçmeyeydik burası mı ki söyliycek mi ki derken, söyledi, indim, hastaneye girmek için yengemi bekledim.Abimin nerde olduğunu aramakla strese giremezdim.Yengem geldi elinde çamaşırlarımın olduğu poşeti aradım, yoktu.Yanık bölümünde nöbet tutan abimi bulduk.Pembe gibi hastane kıyafeti,kafasında mavi bone.Akşam yemeğimizi hastanede yedik.Abimin beni gördüğü andan itibaren başlayan belli bir dalga geçme dozu vardır.Bitirmesini bekledim.Kafasındaki boneye,üstündeki pembeye,yengemin ev hamburgerlerinden bulaşmış ağzının kenarındaki ketçapa aldırmaksızın benle dalga geçti.Sonra o vakur,altında kibir yatan mütevaziliğiyle : ''iyi ki doktor olmamışsın iyi ki!Zor meslek....'' dedi.He abi haklısın abi dedim.Sonra ''yenge kalksak mı ki ben eşyalarımı alıcam'' dedim.''Aaaa sen bizde kalmayacak mısın''la başlayan ''kal bu saatten sonra (18:30 = hava kararınca bir kız dışarda olmasa gerek) gitme''yle devam eden konuşmasını dinledikten sonra ben gideyim dedim.Sabah o eşyalarla okula gidemem.Sevgili abim ''utanıyor musun eşyalarından?'' dedi.Ne alaka bakışıma yanıt olarak ''senin donun senin sütyenin'' diye bir mantık yürüttü.Arkadaşlarım donumu sütyenimi  çıkarıp aaa Berit'in donu da ne büyükmüş (arada lafı sokuştur hemen..) mü diyeceklermiş.
  Taşıyamam dedim.Tek kelimeden oluşan net cevaplar silsileme devam ettim.Rıhtımdan inince Boğa'ya kadar taksi tutmamı söyledi yengem.Yanıma okadar para almamıştım.Yol paramı (gidiş-geliş = 4 tl) ayırıp gerisini fotokopiye verdiydim.Abim gerinerek cüzdanını çıkardı.''Al bakalım öğrenciye yardım'' diyerek bir 50lik attı masaya.Deli gibi o 50liği istiyordum!Ama alamazdım.Eğer alırsam ''Berit'i ben okuttum,cebine harçlığını koydum olacaktı.''Bozuğun yok mu ya?O kadarına gerek yok''dedim.20lik çıkardı; ''al bakim eferin dedemin dediği gibi hırpo olma'' dedi (Cümlenin gelişiyle gidişi gayet kafamı karıştırdı.50lik yerine 20liği almak hırpoluktu fakat o ''eferin'' ?Beynim bulandı yine...).
  20yi cebe attım.Yengemle eve gittik.Poşeti aldım çıktım.Adana'dan Antep'e gidilebilecek bir yolculuk süresiyle Kartal'dan Rıhtım'a vardım.Taksi tutacaktım?
  Yağmur çiseleniyordu.Yürürüm lan paramda cebimde kalır dedim.Karşıdan karşıya geçtim.Tam Mado'nun önünde elimdeki poşet hafifledi.Algılamam enaz 20-25 saniye sürdü.Lensli gözlerim gördüğü şeyi kabul etmiyordu.Tıpkı çok kilolu olmasına rağmen tayt giyen orta yaşlıyı görmek istememek gibi.Yağmuru inceden inceden yiyen karton poşetin altı lak diye açılmış tüm çamaşırlarım kazaklarım ceketlerim Kadıköy'ün orta yerine saçılmıştı.Abimin utanıyor musun dediği çamaşır sınıfına girenler evet utandırıyordu şimdi...Sütyenlerim kaldırımda duruyordu.Ugg'lı bir kız yardım etmemi ister misin dedi mahçup mahçup.Poşetin var mı dedim.Yok dedi.E güzelim nasıl yardım edeceksin ozaman?Karton poşetin ağzını kapattığım naylon Bershka poşetine elime geçeni sıkıştırmaya çalıştım bir kısmını da çantama dolduruyordum.Bırakıp kaçasım vardı ama Zara'dan aldım lan ben onları!Bir kız elinde poşetle koşarak geldi.Algım poşet üstündeydi.Kızı tarif et deseniz,edemem.Baktı ben bir halta yaramıyorum, kıyafetlerimi poşete doldurmaya başladı.İlk sütyenlerimi poşete koydu ''önce bunları kaldır bence'' dedi.Kendi kaldırdı.Derledi topladı poşeti de elime tutuşturdu.Yavşak gibi saol yaa çok saol diyebildim.Yerden şemsiyemi kapıp hızla olay mahalinden uzaklaştım.
  İçimdeki Feridun ağlamak üzereydi hemen nevrotiğe bağlayacaktı fakat diğer yandan içimdeki Demet(Akalın) elleri havada ön dişlerini çıkara çıkara kahakaha atıyordu.Hayatımda bir kere koşmuştum 5 yaşlarındaydım at kovalıyor sanmıştım.Ve hayatımda bir kere hızlı yürüdüm,gecenin içinden geçip giden sakarlık abidesi olarak kalmak için,hatırlanmamak için.Rezil olmamdan çok yıkanmış ütülenmiş kıyafetlerimin tekrar yıkanması gerektiği çok pis sıkıyordu canımı…Hınçla yemekhaneden geçerken yurt çalışanı Belgin Abla ''yorgun gibisin'' dedi.O an gözlerim doldu.Bir iki saniye konuşamayarak heycan yarattım.Sonra da anlattım.''Hiç yukarı çıkarma ben yıkatayım onları'' dedi.Deli gibi sevindim!Sonra ben,Belgin Abla ve yemekhanedeki kız ''Burası İstanbul; kimse kimseyi tanımaz,hatırlamaz'' kanısında hemfikir olduk.
  [ Saat 09:17
   En iyi ihtimalle 09:30’da ders çalışmaya başlanır..]